16 Mayıs 2010 Pazar

Cin miyim, Kek miyim?

Şu ana kadar bana en çok umut veren cümlelerden birini paylaşmak istiyorum bugün sizinle. Bir arkadaşım söyledi bunu bana. O andaki (an diyorum ama belki de süreç demeliyim) ruh halimi çok iyi anlamıştı. Ben ne olduğuma karar vermeye çalışırken, kendimi toplumun dayattığı normlardan hangisine oturtmalıyım derken söyledi bunu bana. (Biliyorum çok klişe bir laf “toplumun dayatması” ama ne yazık ki gerçek.)

Belki biraz şakayla karışık söylendi ama çok işe yaradı kendime yaptığım baskıyı azaltmamda. Artık ne zaman o süreçteki gibi düşünmeye başlasam bu cümle geliyor aklıma ve cesaretleniyorum.

“Ne Cin’sin ne Kek’sin,
Sen Cem’sin!”

Bir kere de kendi ağzımla söyleyeyim:
Ne Cin’im ne Kek’im, Ben Cem’im!

2 Mayıs 2010 Pazar

Rüyalarda

Rüyalarda yaşamaya başladım hayatımı. Bütün gün gerekli malzemeleri topluyorum rüyalara. Bazen o gün topladıklarımın kendimce versiyonlarını yaşıyorum, bazen de yıllar öncesinden pek hatırlamadığım bir parça çıkıveriyor derinlerden.

Sabahları zor uyanıyorum, kopmak istemiyorum hayatımdan, saatimi hep biraz ileriye ayarlıyorum ama olmuyor işte. Bir yerden sonra kalkmak gerekiyor, daha fazla uyuyamıyorum.
Bazen bir rüyanın peşinden o kadar gidiyorum ki, rüyamda en sonunda kavuşuyorum rüyama. Neye kavuştuğumu yazmak istemiyorum buraya, aslında korkuyorum yazmaya. Muhtemelen bu gece uyurken, rüyamda… yazılacak tek tek her detay, her bakışma, her dokunuş, hatta her rüya!

Sanki bu yüzden sürekli uykum geliyor hava daha kararmadan. Uyuşmuş gibi kalıyorum ortada, sanki uyku tek yokluğum o anlarda. Aşırı doz bir uyku gerekecek belki bir süre sonra, hiç uyanmadan rüyamı yaşayacağım, hiç uyanmadan uyuyacağım.

Victor Da Silva - Hanna Karttunen "The Dream"


“Every dream is a show; private, intimate, never to be repeated. At any particular point, on any particular night we may be the privilege subject of a vision; a coherent and persistence vision in the form of a journey into the unimaginable. This is a dream but almost the opposite of the dreams we dream at night. This is a dream to have with our eyes wide open.”

10 Kasım 2009 Salı

Yine Kırmızı Koltuklarda

İnanır mısınız artık evden çıktığım oluyor? Yani eskiden de olurdu ama ancak akşamları antremana giderdim. Son birkaç gündür gündüzleri de dışarı çıkar oldum ve bu beni şimdiden çok rahatlattı. Derya Baykal kusura bakmasın ama artık programını izleyemicem :D Eminim bana kırılmaz!

Nereyi mi gidiyorum? Baktım ki günlerim çok boş geçiyor, bir şey merak etsem internete giriyorum ama sonuca ulaşamadan sıkılıyorum ve tüm pencereleri kapatıyorum. Çözümü kütüphaneye gitmekte buldum; kitaplar, dergiler … Araştırmak istediğim birçok şey var orada, hatta daha fazlası. Hem bir şeyi ararken sağında solunda her zaman yeni keşifler de oluyor. Notlar alıyorum, gerekirse fotokopi niyetine fotoğraf çekiyorum.

Birçok dergi de var tabi. Kütüphanenin en büyük avantajlarından biri de bu zaten. Bazen kitapçılarda dergilere bakarken kapakta bir konu ilgimi çekerdi ama tüm dergiyi satın almaya değmez derdim. Kütüphanede bu sorun ortadan kalkıyor, tek bir konu için derginizi elinize alıyorsunuz ve doğruca “kırmızı koltuklar”a gidiyorsunuz. Bir yazı dizisi mi var? Hemen daha önceki sayılara ulaşabiliyorsunuz ve tüm yazı dizisini bitirebiliyorsunuz.

Doğal olarak kütüphane de insanlar da var! E tabi bu da çok iyi oldu, insan içine çıkmak! Biliyorsunuz ihtiyacım vardı. Hatta geçenlerde öyle birini gördüm ki bir süre kitabı okuyamadım, kafam dağıldı, aynı sayfayı defalarca okumaya çalıştım.

Kütüphanede ofisim varmış gibi davranmayı da çok sevdim. Mesela “nereye gidiyorsun?” diye soranlara “Ofise gidiyorum” diyorum, çok şaşırıyorlar. İşe yaradığımdan, en azından işe yarar bilgiler edindiğimden emin olduğumdan bunu bir iş olarak görüyorum.

Yarın izin günüm olacak, birkaç işim var, onlarla ilgileneceğim. Yeni bir deneme içindeyim, şu anda size bahsedemeyeceğim ama umarım her şey düşündüğüm gibi gider. Eğer öyle olursa gerçek bir işim de olabilir.

Son olarak eğer aranızda benim gibi arayış içinde olan ama nereden başlayacağını bilemeyenler varsa tavsiyem kütüphanelerden başlamanız! Bakalım devamı nasıl gelecek?

11 Eylül 2009 Cuma

Aramak değil de bulmak aradığım!

Bugün farklı bir yazıyla çıkacağım karşınıza. Bir şeyin farkına vardım az önce: Aslında bir şey aradığım yokmuş benim. Yalnızca aramayı hayal ediyormuşum. Yatağımda yatıp düşünmek gerçekten aramakmış gibi “arıyorum” diye yazıyormuşum buraya utanmadan. Sanırım içimdeki bir arayış değil, kuru bir arama isteğiymiş. Bir arama ihtiyacı. Buna rağmen yalnız başıma yatağımda, yeni bir kitapla, başka başka hayallerle…

Büyük bir yalancıymışım ben. Hem sizlere hem kendime yalan söylemişim bunca zaman. Aradıktan sonra bulmanın zevkini hayal etmişim. Sonucu düşünmüşüm uzun zaman ama sonuca giden bir sürecim yokmuş, bir nokta kadar sabitmişim yerimde.

Artık gerçekten aramak ve bulmak istiyorum ama ne yapacağımı bilemediğimden, yatağımı geride bırakıp çıkamıyorum odamdan. Nasıl başlamalı aramaya, nerelere bakmalı, ne bulmayı ummalıyım? Neden kalkamıyorum yatağımdan?

Bu yazı bir yardım çağırısı olsun. Yardım edin bana. Harekete geçirin beni. Yerimden kalkıp gerçek arayışa başlamalıyım artık. Ne olur yardım edin!

27 Ağustos 2009 Perşembe

Çıkacak delik arıyorum kendimden

Yalvarırcasına seçenekli konuşuyorum insanlarla. Bir seçenekte normal hayattan kareler, bir diğerinde azıcık duygu kırıntılarım. Belki biri yardım çağrımı görür, normal hayatı boş verir, duygularımla ilgilenir umuduyla.

Ama basit cevaplar alıyorum sorularıma. Hayattan kareler daralıyor çevremde git gide. Sıkışıyor duygularım içimde. Çıkacak delik arıyorum kendimden. Hep içimdeyim maalesef.

İçimden çıkamayışıma gülüyorum şu an. Gözlerimde hafif bir nem, yine kendimleyim. Bana ramak kalana kadar getiriyorum insanları ve içime girmek üzerelerken tam, susuyorum, “Susmam gereken nokta geldi” diyerek hem de. İçime sokmayışıma gülüyorum şu an!

Sadece seçenekli sorumu anlayan olursa konuşasım geliyor, olmuyor. Çıkamadığım içime sokmaya çalışıyorum insanları seçeneklerle, girmiyorlar. Onlar bir şey sorduğunda – pek sık gelmez başıma- yanıtlayamıyorum.

Ben çok söyledim sanırken insanlar daha ne dediğimi anlamaz halde. Oysa her şey apaçık, iki ileri bir geri yapınca söylediklerimde, bütün cevaplar verilmiş: Giriş, gelişme yapılmış, ama sonuç eksik her zaman.

21 Ağustos 2009 Cuma

Bulamadığım gecelerden biri daha işte!

Yine oturduk bugün karşılıklı. Her akşamki gibi kahvelerimizi içtik sessiz sohbetler eşliğinde. Gözlerimiz, onları ovuşturmadığımız zamanlarda hep kenetliydi birbirine. Birkaç karışlık mesafeden izledik birbirimizi iki insanın cesaret edemeyeceği kadar net.

Küçük sorular sordum ona başta, önemsiz. Tatmin edemezdi cevapları çünkü tatminsiz sorulardı bunlar. Doğru soruyu bulamıyordum kafamda. Kendimi arıyordum aslında. Bulamadığım gecelerden biri daha işte.

Saatlerce oturduk birlikte, neredeyse bütün gece… Birbirimizden bu kadar nefret etmemize rağmen gecelerde muhtaçtık karşılıklı oturmaya, yalnızdık ikimiz de.

Genelde o konuştu bana. Ara sıra şarkılarla cevap verdi. Bazen başka arkadaşlardan bahsetti, akrabalardan. Gittiği yerlerden fotoğraflar gösterdi.

Konuşmadığı zamanlardaysa boş bir kağıt gibi baktı yüzüme, konuşmamı istedi sanki. Söyleyecek söz bulamadım. Yine ordan buradan sorularla geçiştirdim önümdeki boş sayfayı. Ben bekledim ondan konuşmasını.

Konuşmaz olmuştu artık, sıra bendeydi sanırım. Soru da soramıyordum. Önümde duruyordu o siyah kare, cüretkâr şey, bilgisayarım. Kendimden vermedikçe tek bir şey alamadığım o ketum alet!

Kendimden verme zamanı gelmişti işte! Bu satırlar döküldü boş sayfasına. Kendimi bulamadığım gecede kendimi bulamama hikayemi anlattım ona.